ANASAYFA
1997 depremi, Türkiye'yi art arda gelen iki deprem çok şiddetli şekilde, vurdu. O günün televizyonlarında, haber bültenlerinde, gazetelerde; hep yıkık binaları gördüm. Çok şükür ki o zamanlar sosyal medya yoktu ama hükümeti hep yıkık binaları, en kazları, devletin alamadığı tedbirleri gördük; arkasından 28 Şubat geldi. Haberlerde hep iktidar aleyhine yazılar, hep devleti yıkıcı haberler, bugünkü iktidar da o günlerde parti kurma aşamasında ilerlerken; onlar da bu sürecin çabuklaşmasına katkı verdiler. Çünkü zalimin hedefi, iktidarın çökertmek, kendi lafını dinleyen birilerini iktidara getirmekti. Hatta kendi adamını göndererek, ekonominin başına geçirdi ve o günkü iktidar barajı geçemedi. Maalesef Amerika başarmıştı, yeni iktidar ülkeye geldi. O gün Amerika'nın umudu; yeni iktidara istediğini yaptırmak idi, ancak geçen süre, yapılan başarılı işler, Amerika'nın moralini bozdu. Zalim Amerika Türkiye'deki yandaşlarını örgütleyerek; 'Cumhuriyet Mitingleri' yapmaya başladılar, tıpkı şimdi; Boğaziçi Üniversitesi'ndeki provokasyon, gezi provokasyonu, Ankara'dan İstanbul'a yürüyüş, bakanlıkların önünde gösteri, pazara inip, pazarda halkı kışkırtmak için; hayat pahalılığını koz olarak kullanma gibi eylemler... Ne, o zaman iktidar karşıtları, deprem olmuş; "devlete yardımcı olalım, el birliği ile bir şeyler yapalım" şeklinde bir girişim yerine, 'yapamıyorlar, edemiyorlar!" söylemiyle nasıl iktidarın sonunu hazırlamışsa, bugün de örgütlü olarak iktidarı indirmek, için ellerinden geleni yapıyorlar. Hain darbe teşebbüsünü: 'kontrollü darbe' olarak nitelendiren çevreler, kapatılan kanalları yerine, örgütledikleri yeni kanalları vasıtasıyla, gündemi halkı korkutmak, isyan ettirmek, devlete düşman etmek, gibi bir misyona soyunmuştur. Şöyle bir hatırlayalım: yakın tarihte, pandemi başladığı dönemde, kendi haber bültenlerinde ana konu: pandemi ve Türkiye'nin başarısız olduğu, 'vaka sayıları doğru değil, ölüm oranları daha fazla, alınan tedbirler yeterli değil, tam kapalılık öneriyoruz!' gibi sorumsuz davranışlar, kapatılan dükkanları ve işinden olanları gündeme getirerek; insanların acıma duygusunu sömürmek, devletin yaptığı yardımların yetersiz bulmak, yapılan her şeye bir kulp takmak. Bu haber bültenlerinden hatırlayacaksınız. Tıpkı şimdi, pandemi sonrası ekonomik çöküşte oluşan, yeni para sisteminin, fiyatları üzerindeki olumsuz etkisini sömürerek, halkı korkutarak ve kışkırtarak yaptıkları haberler gibi. Önce pandemi haberlerini abartarak ve Türkiye aleyhine kötüleyerek verdikten sonra, 'aşı anlaşması yapmadılar, yapamadılar, kandırılıyoruz!' gibi haber bültenleri yaptılar. Aşı geldi, aşı olmama ile ilgili kampanyalar yaptı lar. Aşılara kulp buldular. Çin ile yapılan aşı anlaşmasını, sanki gündemde daha önce Uygur Türkleri yokmuş gibi, Uygur Türkleri'ni kullanarak bozmaya çalıştılar. Şimdi de haber bültenlerinin içeriği kur korumalı mevduata karşı çıkma, pazardaki artan fiyatlar, süt fiyatları, et fiyatları ile üreticiyi sömürmeler... Her haber bülteninin hemen tamamını, bunlara ayrıldığı gibi, karşı çıkan her muhalefetin liderine, particiklere, hatta parti olamamış; parti görünümlü insanlara, daha dün iktidardayken, hala ve hala iktidar içinde yaşayan, şimdi iktidar karşıtı olarak önlerine birer mikrofon, boş boş konuşanlar. Geçen gün, Oda TV yazarı, "Erdoğan'ı indirmek uğruna Türkiye'yi batırmayalım, devleti batırmayalım!" diye bir makale yazdı. Provokasyoncular; muhalif bir yazarın bile, vicdanını kanattılar... Yerel seçimlerde, iktidara karşı darbe provası yaparak, (seçim tekrarlayarak iktidar da buna çanak tuttu.) Seçim kazananlar; şimdi umutlarını, yapılacak yeni seçime bağlamaktalar! Halkımızın dikkatli olması gerekir. Şunun bilinmesi gerekiyor: bugün devlet yaklaşık 10 milyon kişiye karşılıksız yardım yapmakta, maaş vermekte;(hatta hak etmediği halde bu maaşları alanlar da var.) yakacak yardımı, yoksulluk yardımı, yiyecek, içecek yardım,ı süt yardımı... daha burada sayamadığım çok çeşitli yardımlarda bulunmaktadırm Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları vasıtasıyla da her türlü ihtiyaç sahibinin yardımına koşmaktadır. Esnafa zor, durumda bulunan üreticiye maddi katkı sağlanmaktadır. Yani her şey, televizyonda gösterildiği kadar kötü değildir, belirli bir normalleşme sürecinden sonra da tamamen olağan duruma geçilecektir, korkuya ve endişeye mahal yoktur. 2000'de böyle olmuştu. 2009'da böyle olmuştu. 2023'te de her şey güzel olacaktır.
Bu yazı; şunu, bunu korumak amaçlı değil, Atatürk Türkiyesini korumak amaçlıdır. Bugün iktidar adayı hiçbiri, 'şu ekonomik kararı, şöyle yapalım; şu eksiği, şöyle düzeltelim, alternatif çözümler üretmek yerine, adamsan çık karşıma, yapmazsam adam değilim.' gibi boş vaatlerle hedefe yürümektedir... Allah ülkemizi düşmanlarından korusun
????
Dalkavukluk ve Yalancılık
İnsan organizması, düşünsel olarak ve anatomik olarak çeşitli şekillerde oluşmuştur. Ya doğuştan gelen bir takım genetik faktörler ya da çevre faktörü ile beraber oluşan karakter yapısı, insanları, doğru, dürüst, yalancı, dalkavuk, yalaka, dobra... gibi çeşitli karakter özelliklerine ya da tiplemelere yol açmıştır. Öncelikle, dalkavukluk: çıkarı için birine veya bir gruba yararanma, doğrudan sapma doğru bile olsa, kraldan çok kralcı olma gibi tezahürler gösteren özelliklerdir. Dalkavuğun tipik yapısı erkekse: eli ceket düğmesinde, ya iki eliyle ya da tek eliyle yakasını birleştirir pozisyonda tutuyor olmasıdır. Dalkavuk kadınsa, namaz kılan kadınların ellerini koydukları yerde, ellerini tutarak dalkavukluk yaptığı kişinin peşinden yürümesidir. Dalkavuklar, yaranmak istediği kişiye yararlanndığı sürece, itaat eder, yararlanma süreci bittiğinde, gemiyi ilk terk eden fareler gibi, derhal başka bir itaat merkezine doğru hareket ederler. Bazı dalkavuklar, çok yönlü davranırlar, mesela çevresindeki insanlardan bir bölümünü A odağına, diğer bölümünü B odağına, bir bölümünü de C odağına dalkavukluk yapmak üzere görevlendirir. Yani, herhangi bir güç kaybında, zarar görmemek için, kendisini konumlandırır, bununla ilgili çok tipik bir örnek var. Çok uluslu televizyonlara iş yapan, Fetö yetiştirmesi bir medya mensubu, şu anda bir odakta dalkavukluk yaparken, yandaşlarının bir bölümü Fetö tarafına, diğer bölümü; çalıştırdığı adamlardan biri veya ikisi şu anda dalkavukluğu yaptığı odağın tam karşısındakine, yüz binlerce lira bağışta bulunmuştur. Gün gelecek belki kendisi de: "ben sizdenim." diyebilecektir. Geçen gün, komedi programlarından birini yapan, sözünü ettiğim kişinin, jürisi olan yani ekmeğinin büyük bir bölümünü ondan kazanan, bir talk showcunun tweetini gördüm; devlet erkine: "istifa et, artık.":diyordu. Peki devlet erki bundan haberdar mı? Konumuzun ikinci bölümü: yalancılardır. Yalancılar, organizma itibarıyla dudaklarını yalayarak, konuşan, "yapmazsam, adam değilim ya da adamsan çık karşıma!" diye meydan okuyan, hiç yoktan senaryo üreten, ürettiği yalana kendi de inanan tipik insanlardır. Eğer sorumluluk sahibi değilse, yani bir erkin başında değilse, görevi de kendisi yapmıyorsa, boş vaatler üreterek, olağanüstü vaatler üreterek muhataplarını kandırmaya çalışır. Sonra da verdiği sözleri unutur. Sonraki yazılarımda değişik tipleri tanıtmaya devam edeceğim
İletişimKişisel iletişim, insanların birbiriyle konuşması, haberleşmesi, paylaşması; neyi ne ölçüde paylaşması gerektiği, neyi ne ölçüde söylemesi gerektiği, hangi haberleri, hangi aralıklarda vermesi gerektiği ya da verip, vermemesi gerektiği iyi bir iletişimin ön gerektirimidir. Eğer biriyle iletişim kuracaksanız; öncelikle iletişim kuracağınız konuda, kendiniz donanımlı, olmalısınız ve o konuyla ilgili karşınızdaki kişinin, bilgi düzeyi ve kişilik yapısı, psikososyal özelliklerini bilmeniz gerekir. İyi bir iletişimci, öncelikle ses tonunu ayarlamalı, ses yüksekliğini; karşısındakinin hoşuna gidecek, şekilde bir seviyede tutmalı, anlatacağı zaman da, anlatacağı şeyleri, vurgu sırasına göre belli bir düzen içinde sıralamalarıdır. Etkili iletişimin ilk kuralı ses tonu. Karşısındakinin, dinleme, anlama, anladığı şeyi irdeleme0; karşısındakine katılma ya da eleştirme, haklı olduğu yönleri belirleme, haksız olduğu yönlerde ise itirazlarını dile getirmelidir. Bu itirazları dile getirilirken; asla karşısındaki kişiyi incitmemeli, eğer bilgisiz bir tavrını bulduysa onu teselli etmelidir; yani iletişim iki kişinin anlaşması, birbirini tamamlaması; birbirine destek vermesi, üçüncü kişilere karşı tamamlama, savunma, beraberlik oluşturma kavramlarını birlikte getirir. Etkili iletişimin en önemli yolunun dinleme olduğunu, ikinci yolun, tartışılan konuyu bilmek,belirleme, anlama; ön hazırlık belge,/ ve bilgi birikimi; iletilen konuda iletişim kuranın elini güçlendirir! Ne güzel şarkıdır:
"Şu dünyadaki en güçlü kişi
Güçlükten gelendir
Şu dünyadaki en bilgin kişi
Kendini bilendir
Bütün dünya buna inansa
Bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza"
İletişimden çıkarılacak sonuç, bir anlaşma metnidir, bir ortak karar mekanizmasıdır. Galip gelme, yenme, yenilme mevzu değildir; eğer öyle düşünülürse, iletişimden kargaşa çıkar! Bunun örneklerini özellikle; siyasal iletişimde görmekteyiz, çoklu bir kutuplaşma, birbirini anlamama hali, birinin dediğini, ötekinin yalanlaması ya da hayalden kurgular üreterek, birbirlerine ahlaksız sayılabilecek, saldırılarda bulunması; bugünkü siyasal ve sosyal medya düzeninin mide bulandırıcı görüntüsünü, oluşturmaktadır. Anlaşmak, çok güzel bir şeydir, her iletişimde; tıpkı bir pazarlık yapılıyormuş gibi veya pozitif bir sonuç alınıyormuş gibi, _el sıkışmak, çak yapmak_ çok önemlidir. Herkesin birbirine: _çak yapacağı, el ele vereceği_ günler diliyorum.
Aşk; birine duyulan tutkulu sevgi ya da biri ile özleşmek; kalp kalbe eşlenmek, sadakat: verilen bir ahde vefa göstermek, eşine, dostuna, mensup olduğu sosyal çevreye, ihanet etmemek olarak tanımlanır; en azından ben böyle algılıyorum. İnsan doğası, aslında çok temizdir. Daha henüz, aşk ve sevgi duygularını yeni yaşamaya başlayan; 12 -13 -14 yaşlarındaki bir birey kendisine söz vermektedir. "Ben asla sevdiğimi aldatmayacağım, elimi bile tutturmayacağım.' Çoğumuzun, hemen hemen herkesin, bir zamanlar yaşadığı duygudur bu... Tabii yaşamayanları, konumuzun dışında tutuyoruz, aşk masallarda anlatıldığı gibi bir şey midir, yoksa gerçek yaşanmışlıklar mıdır? Bu aşkların, içerisinde sadakatsizlik var mıdır? İyi irdelemek gerekir. Mesela Sezai Karakoç; bir kıza aşık olur, üniversite yıllarında, onun için _Mona Roza_ isimli, bir akrostiş şiir yazar, bu şiiri uzunca bir müddet göğsünün üzerinde saklar, sevdiği kıza çıkma teklif ettiğinde reddedilir, bir mezuniyet toplantısında bu şiiri arkadaşı çıkarır, okur. Kız hayran olur: "teklifin hala geçerli mi?" diye sorar. Karakoç: "artık senin aşkın, benim aşkıma yetişemez." der ve kızı reddeder. Sezai Karakoç, o aşka sadakat adına, hiç evlenmeden hayattan göçer. Allah rahmet eylesin. Bu bir aşktır ama hiç evlenmemesi bir sadakat midir? Sorgulanmalıdır. Liderimiz, ulusumuzun banisi, Mustafa Kemal Atatürk, kendisine platonik olarak, sevgi duyan bir kıza aşık olur ve o aşk için şarkı olmuş şiir bile yazar, ama onunla değil de Latife Hanım'la evlenir, acaba Atatürk aşkına sadakat göstermemiş midir? Eğer öyleyse sevdiğinin mezarı başında, _bir ipek mendili akıttığı, gözyaşlarını, bir şemsiye gibi yukarıdan aşağıya doğru, sevdiğinin mezarını üzerine pırlanta taneleri gibi serper miydi?_ Bu iki örnekten bakıldığında; aşk ve sadakat duyguları önemli farklılıklar göstermektedir. 1. örnekte körü körüne bir bağlılık, ikinci örnekte aşka yoğun sadakat söz konusudur. Bazen zorunluluklar, yanlışlık değil de bildiğiniz doğru yoldan sapmayı gerektirebilir, anlık bir gerekçe bir başkasıyla beraber olma, gibi sonuca yol açabilir, bazen sağlık sorunlar,ı bazen toplumsal faktörler, birtakım doğru olmayan hareketlere sebep olabilir. _Sırf egoyu galip getirebilmek için yuvaların yıkılmaması gerekir_ Özellikle kadın, aldatılmış olma duygusunun; aile yaşamının ve toplumsal huzurun önüne geçirmemelidir. Herkesin belki çok azının bir aşkı vardır, aşkları vardır, ama doğrusu öz olanı ilk aşktır. İnsan, daima o ilk aşka sadık kalmıştır ve bunun istisnası yoktur. Sonraki aşklar, yalan aşklardır, çıkar aşklarıdır, nispet aşklarıdır. Sadakatsa, gönülde eylemsel olarak ifade edilmeyen, çok saygı duyulan bir kavramdır:
"Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?"
Dizelerinde; bir aşkın, özlem'in, sitemin duygusu vardır.
Aşık olduğu kadını, ölünceye kadar takip eden ısrarcı bir aşığın:
"Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur, beklerim. Varılmaz hayale işaret diye, Toprağında bir taş olur, beklerim..."
Dizeleri ile anlatılan ölümüne bir bağlılık vardır.
"Kader kısmet ne ise
Hayat böyledir işte
Seversin birini yol üstü
Ağlarsın dönüşte..."
Dizelerinde sevgilisini erken yaşta kaybetmiş bir insanın ağıtı vardır.
SINAV MANİFESTOSU